Türk toplumu ve Suriyeli göçmenlerin varlığının güvenlik açısından sonuçları
Avrupa'daki sağcıları takip eden Türkiye'deki bazı aşırı sağ ve katı siyasetçiler, göç karşıtlığını ve sığınmacıların tehlikeli bir güvenlik devi olarak tanımlanmasını parti politikalarının merkezine almış, savcı da hakkında dava açmıştı. onlardan biri. |
Uluslararası grup Tasnim haber ajansına göre, bu tartışmanın nasıl yapılacağına dair tartışmalı ve önemli tartışma Göçmen ve mültecilerle uğraşmak Türkiye’deki siyaset ve medya çevrelerinin bir kez daha dikkatini çekti.
Türkiye’de bir mahkeme bu ülkenin ünlü siyasetçilerinden biri hakkında dava açtı. Suriyeli mültecilerle ilgili sözlerini şiddeti ve nefreti teşvik etmenin, vatandaşları kışkırtmanın ve yalan yaymanın örneği olarak değerlendirdi. Türkiye’de ilk kez üst düzey bir savcı bu şekilde mültecilere destek veriyor ve bir milliyetçiye saldırıyor.Zafar partisi lideri, talebi üzerine, bu şekildeki pozisyon ve mesajlar hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. Özdağ ve yakında Zafar partisinin lideri nefret yayma ve yalan yayma suçlamasıyla sorguya çekilecek.
Türk medyası Özdağ’ın hapse girme ihtimalinin düşük olduğunu duyurdu, cevabını kendisi verdi. Hapis cezası korkusunu da içeren Başsavcılık’a başvurdu.
Özdağ şunları yazdı: “Şu anda Türkiye’de 13 milyon mülteci ve kaçak göçmen var, onlar için on milyarlarca dolar harcadık ve hâlâ harcıyorlar. Bu yanlış politika Türkiye’de enflasyonu artırdı, işsizliği artırdı. Sınırlarımız güvenlik açıklarıyla dolu, gençlerimiz uyuşturucu bataklığında. Gençlerimizin çoğu mülteciler ve göçmenler tarafından öldürüldü. Bu gerçekleri anlatmak ve 13 milyon mülteci ve kaçağı ülkemizden sürüp ana vatanlarına döndürmek için siyasi mücadelemizi sürdüreceğiz. Beni hapsederek, sorguya çekerek korkutamazsınız. Bu güzel ülke bizimdir ve mücadelemizi sürdüreceğiz”.
Özdağ, Türkiye’nin tüm ekonomik ve güvenlik sorunlarını mültecilere yükleyen bir siyasetçi ve sözleri bir nevi karalama niteliğinde. Bu, partinin destekçileri arasında tüm göçmenlere karşı yaygın bir nefret yarattı.
2028 seçimlerinde, kazanan başkanın kararı ve mültecilerle ilgilenme planı, büyük bir olaydı. tüm parti liderlerinin konuşmalarının değişmez sütunu. Ancak bu arada muhalifler mülteciler konusunu daha hararetli bir şekilde konuştular ve Erdoğan bu konuda net bir şey söylememeyi tercih etti. Muhalifler Erdoğan hükümetinin yanlış politikasının Türkiye’yi milyonlarca yerinden edilmiş insanın yaşadığı bir kervansaray haline getirdiğine inanıyorlardı. Bu konu o kadar önem kazandı ki, Türk siyasi partilerinden birinin lideri tüm programını ve stratejisini mültecilerle ilgilenmeye adadı ve ülkedeki milliyetçilerin dikkatini çekti. Bu kişi, Hizb Zafar adında aşırı sağcı bir parti kuran, uluslararası ilişkiler profesörü ve güvenlik çalışmaları alanında önde gelen uzmanlardan biri olan Profesör Omid Özdağ’dan başkası değildi.
Parti lideri kurulmadan çok önce, Pan-Türk milliyetçiliğiyle önde gelen bir güvenlik uzmanı olarak Milliyetçi Hareket Partisi lideri Dolat Bağçeli nezdinde özel bir saygı ve inanılırlığa sahipti. Ancak daha sonra Meral Akhsner ve diğerleriyle birlikte bu partiden çıktı.
Özdağ’ın İyi Parti’nin ana stratejisti olması gerekiyordu ama o da İyi Parti’den ayrıldı ve bazıları için Zamanında mülteciler konusunda saha çalışması yaptım. Bu onun tuhaf işiydi. Cep telefonuyla Türkiye’deki kuyumcuların ve Suriyeli zengin iş adamlarının dükkânlarına girerek onlara şunu sordu: İkamet belgeniz var mı? Cevap evetti ve kanıtı gösterdiler. Sonra sorar: Silahlı mısın? Cevap yine olumlu oldu ve karşı taraf silahı ve ruhsatını gösterdi. Bunun üzerine Özdağ telefonu kendisine çevirir ve şöyle der: Gördünüz mü hemşehrilerim? Ülkemizde Suriyeli bir genç servet biriktiriyor, silahları var ve Türkçe öğreniyor. Yakında birkaç çocuk doğuracak ve bu ülkede bize yer kalmayacağından endişeleniyorum.Kemal Klıçdaroğlu ile de anlaşma yaptı. Erdoğan’ın rakibini destekledi ve kazanırsa Met İstihbarat Teşkilatı’nın başkanını Özdağ’a devredeceğini ve yerinden edilenlerin sınır dışı edileceğini vaat ettirdi.Özdağ’ı da istediler ama olmadı, şimdi de değirmenden su çıktı, savcı Özdağ’ı zapt etmek istiyor. Ama sorun şu ki, Özdağ’ın düşüncesinin Türk toplumunda destekçileri var ve mülteciler meselesine öfke ve nefretle bakan yurttaşların sayısı da az değil. Özellikle Özdağ ve arkadaşlarının kültürel faktörlerin nüfus kavramı üzerindeki etkisi konusunu gündeme getirip, Türkiye’nin demografik denklemlerinin değişebileceğini ve birçok ilde demografik değişimlerin olabileceğini gösterdiklerini düşünürsek.
Ankara Üniversitesi’nden araştırmacı Profesör Murad Doğan, “2022 sonu itibarıyla Türkiye’de 820 bin Suriyeli çocuk doğdu.” Bu da sayının yakında bir milyonu aşacağı anlamına geliyor. Dikkat edin, ülkemizde bir milyon Suriyeli bebeğin dünyaya gelmesi kolay kolay geçiştirilecek bir olay değil. Ülkemizin kaynakları ve nüfus denklemlerimizin korkunç bir dönüşüme uğraması konusunda son derece endişeliyiz”.
Yerinden edilenlerin eğitim ve tıbbi masraflarına sürekli atıfta bulunulması, suçun yiyecek ve barınma masraflarına atılması Enflasyon ve işsizlik sorunu… Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki varlığı ve “ötekileştirme” adı verilen tehlikeli yaklaşım, Türkiye’yi ciddi çatışmalara ve toplumsal gerilimlere sürükleyebiliyor.
Mülteci meselesi ve Ankara-Şam ilişkileri
Erdoğan, süreci araştırmak ve yönetmek üzere 2022 yılında özel bir ekip görevlendirmişti. Türkiye’nin Siyonist rejimle ve aralarında Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Suriye’nin de bulunduğu Arap ülkeleriyle ilişkilerinin normalleşmesi.
O dönemde Siyonist rejimin sözcüsü ve başkanı olan İbrahim Kalen dış politika danışmanları ekibi ve ulusal güvenlik bir başkanlık kurumuydu, bu ekibin koordinasyonundan sorumluydu ve söz konusu ekibin diğer üyeleri dönemin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Met İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’dı. .
Bu ekibin birçok ülkede yaptığı onlarca gizli ve saklı toplantı nihayet sonuç verdi ve Türkiye’nin BAE, Mısır, Suudi Arabistan ve Siyonist rejimle ilişkileri Erdoğan’ın istediği sonuca ulaştı. Ancak Suriye olayında özel bir şey olmadı. Neden?
Çünkü Suriye meselesi Erdoğan için daha karmaşık siyasi-toplumsal boyutlara sahipti ve bu müzakerenin sonuçlanması Erdoğan’ın 2023 seçimlerini kazanması için en önemli propaganda araçlarından biri olacaktı.
Erdoğan, Türk ordusunun Suriye’deki işgal varlığına son vermeden, hatta milislerin ve siyasi grupların Beşar Esad’a yönelik faaliyetlerini iptal etmeden Şam’la yeni bir sonuca ulaşmak istiyordu. Yüzbinlerce Suriyeli mülteciye ulaşıp ülkelerine geri gönderecek ve kendi ülkesinin halkının oyunu alacak. Ancak Suriye başkanlık ekibi gerçekçi ve akıllı bir bakış açısıyla Erdoğan’ın elini okudu ve böyle bir taviz vermeyi reddetti.
Şam, ilişkilerin normalleşmesi için müzakerelerin şartının şu olduğunu açıkladı: Türkiye askerlerini geri çekmeli ve silahlı muhalefeti desteklemeyi bırakmalıdır. /1401/08/27/1401082714534831026453174.png”/>
Kanıtlar, Erdoğan’ın ekibinin normalleşme konusunda açık bir iyi niyete sahip olmadığını gösterdi Türkiye-Suriye ilişkileri sadece geçici seçim çıkarları peşindeydi. Bu nedenle seçimin ertesi gününden bu yana kimse ilişkileri normalleştirme zahmetine girmedi ve bu konu, Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki varlığının devam etmesi açısından en önemli zorluklardan biri. Türkiye’de arayanlar siyasi, güvenlik, hukuki, ekonomik ve sosyal boyutları derin ve geniş analiz gerektiren çok boyutlu bir konudur.
Mevcut durumda iktidar partisinin yanı sıra, Bu partinin muhalifleri de bu meseleye sıklıkla siyasi ve grup çıkarları çerçevesinden bakıyor ve deliller Türkiye’nin bu sorunu orta vadede çözecek yeni bir politikası veya planı olmadığını gösteriyor.
mesajın sonu/
kaynak | Tasnim Haber Ajansı |