Get News Fast
Asya ve OkyanusyaDünya HaberleriHaberlerTasnim Haber Ajansı

İsrail, Batı’nın bölgedeki sömürge projesinin uzantısıdır

Kudüs'teki işgalci rejime karşı mücadele, İmam Humeyni (ra) ve Dini Lider'in İslam Devrimi öncesi ve sonrasındaki kampanya politikasının temel bileşenlerinden biridir.
– Uluslararası Haberler –

Uluslararası grup Tasnim haber ajansına göre

Devrim Lideri’ne göre Mescid-i Aksa fırtınası operasyonu, rejimin güvenliğine, askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik yapısına onarılamaz zararlar verdi. Bu operasyon o kadar önemli ve stratejikti ki, birçok uluslararası uzman ve analiste göre bölgede yeni koordinatlar belirlemeyi başardı. Aslında Batı Asya devriminin liderine göre bölgede yeni bir oluşum oluşmuştur. Diyaloglar dizisi, yeni Batı Asya’nın koordinatlarını ve yapısını incelerken, bunun altında iki önemli sorunun cevabını da irdeliyor. Konu: Temel olarak Mescid-i Aksa fırtınası stratejik operasyonu Siyonist rejim açısından bir yenilgiyi mi temsil ediyordu, diğer taraftan bu yenilgi rejimi varoluşsal bir krize mi sürükledi yoksa devrim liderinin deyimiyle, Yapıları onarılamaz bir başarısızlıkla mı karşı karşıya kalacak? Bu, bölgesel konularda kıdemli uzman Dr. Abbas Khameyar ile yapılan bir görüşme sırasında yapıldı. Bu konuşmanın ayrıntıları aşağıdaki sunumda sunulacaktır.

Bazı görüşlere göre bugünlerde yaşanan olaylara, yani yaşanan yıkımlara, şehitliklere, cinayetlere ve soykırımlara tanık oluyoruz. bize öldürme ve yıkımdan başka bir başarı getirmedi. Soru şu; bugün tanık olduğumuz bu atmosfer gerçekten Siyonist rejimin başarısızlığı mı, yoksa direnişin başarısızlığı mı?

İlgili Haberler

Khameyar: Bu olayın İsrail için tarihi bir yenilgi olduğunu ve bunun son gelişmelere uzman bir bakış olduğunu iddia ediyorum. Ama doğal olarak bu vakaların duygusal ve bilimsel olarak değil, bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Bu başarısızlığın boyutlarını görmek istiyorsak, Batı sömürge projesinin oluşumundaki önemli hedefleri göz önünde bulundurmalıyız; Çünkü kimileri bunun bir işgal projesi olduğuna ve bunun da bölgedeki Siyonist rejimin varlığı olduğuna inanıyor, kimileri ise bunun bir sömürge projesi olmadığına inanıyor. Cezayirli büyük düşünürlerden Sayın Malik bin Nabi’nin 50 yıl sonra basılan Yahudilik adlı bir kitabı var ve burada bu projenin bir sömürge projesi olduğunu vurguluyor.

İmam Humeyni (Allah onu kutsasın ve ona huzur versin) 15 Khordad’da Faiziyah Okulu’nda ve Aşure akşamı, tamamen tiranlığa karşı olan İslami hareketinin başlangıcındaki ilk konuşmasında Diktatörlük ve kraliyet karşıtı söylemde bulunanların o konuşmada 15 kez Şah’ın adını kullanmasına karşın İsrail’in adını 18 kez anmaları, iç anti-otoriter projeyi bölgedeki sömürge projesine karşı mücadeleye bağlamak anlamına geliyor. İsrail’dir.  Sonra diyorlar ki Sayın İsrail Şahı bizden ne istiyor, Dini Liderin görüşü aynı, İslam dünyasının en büyük sorunu İsrail meselesidir. Bu proje tamamen sömürge projesidir. Görüyorsunuz, Amerikalıların nerede bir müttefiki varsa ve bu müttefikin başı belaya giriyorsa, onları terk edip yalnız bıraktılar. Aynı şey 1357’de Şah’ın başına da geldi, yine Saddam Hüseyin’in başına geldi ve aynı şeyi Bin Ali’ye (Tunus’ta) ve Hüsnü Mübarek’e (Mısır’da) yönelik İslami uyanışta da gördük. Amerikalıların bu ana kadar kaldığı ve desteklediği tek yer işgal altındaki topraklardı ve bu rejimi terk etmediler. Bölge oluşturuldu, gemilerini gönderdiler ama onların varlığı olmadan ilk kez gemi geldi. Biden da onunla geldi. Biden’ın yanında Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Başbakanı ve Almanya Başbakanı da vardı. Macron geliyor ve bunun bir barbarlık savaşı, bir medeniyet savaşı olduğunu iddia ediyor. Demek ki bunların hepsi aceleye getiriliyor, olmasaydı bu sistem çökerdi. Dolayısıyla bu projenin bir sömürge projesi olduğu ortaya çıkıyor.

Rejimin ve başta İngiltere olmak üzere batı dünyasının hedefleri bu hedeflerdir. İslam dünyasının kalbinde böyle bir set oluştururken İsrail’in sembolü de Nil’den Fırat’a kadar olan bayrağın üzerindeki iki şeritti, yani bölgedeki tüm ülkeler bu rejim tarafından tehdit ediliyordu. Başlangıçtan bu yana bu ilerleme ve gelişme aynı şekilde devam etti. Bu rejim iki temele dayanıyordu; biri ırkçılık, diğeri yayılmacılıktı, bu yayılmacılık bu bayrakta simgelenmişti. Irkçılık da tamamen Tevrat’ta ve Talmud’da yer alan sapkın öğretilere ve ahlak dışı algılara dayanmaktadır. Rejimin dindarlarından duyduğumuz bu fetva da buna dayanıyor. Öyle ki Yahudi olmayanları antropomorfik hayvanlar, kendilerini ise Allah’ın üstün milleti olarak kabul ederler ve bu öğretilerden hareketle, katledilen tüm canlıları insan dışı ve yok edilmesi gereken varlıklar olarak kabul ederler.

Filistinlilere göre sözde Nakbat günü olarak adlandırılan 1948’den bu yana yayılmacılık tartışmasında ve Bağımsızlık Günü rejimi açısından bu eğri, 2000 yılına kadar Suudi rotasını izledi. Bölgede yaşanan savaşlara bakın, zirve 1967 yılında, rejimin Arap ülkelerinin savunma ve askeri sistemini çökertebildiği dönemdi. Mısır, deniz, hava ve kara üçlüsünün o yüksek gücüyle yok edildi. Ürdün ordusu ve Suriye ordusunun başına da aynı şey geldi, bölge orduları da altı gün içinde imha edildi. Bu ülkeler Arazi Transfer Komitesi’ni kurarak Golan, Sina, Batı Şeria, Kudüs ve Gazze’yi kaybettiler. Bu yayılmacılık, İsraillilerin Beyrut’a gelip Sabra ve Şatilla’da insanları katlettiği, sonunda Arafat’ı ve tüm Filistinli savaşçıları Lübnan’dan sürdüğü ve çeşitli uzak ülkelere ve Tunus, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerine yeni bir göçe maruz kaldığı 1982 yılına kadar devam etti. ve Libya kuruldu ve her birini orada katlettiler. Bunun bir örneği Ebu Cihad’dı.

Öte yandan 1967’de Birleşmiş Milletler’in tüm açıklama ve kararlarının aksine zirveye tanık olduk. İşgal altındaki bölgelerdeki yerleşim birimleri. Filistinlilere baskı yapan Filistinlilerin yaşayacak yerleri kalmadı. Filistinlileri farklı şekillerde aşağıladılar, böylece bu aşağılamalar, hapisler ve baskılar Filistin milleti Al-Sanwar ve Muhammad Zaif’e uygulandı.

Filistinliler Sedat’ın Kudüs gezisi, Sayın Arafat’ın Birleşmiş Milletler ziyareti, silahların bırakılması, zeytin dalının kaldırılması gibi tüm siyasi yollar birlikte çalıştı, yapılan tüm anlaşmalar girelim dedi. Siyasi yoldan, çünkü askeri yol işe yaramadı. Şarm ve Şeyh, Camp David, Oslo 1, Oslo 2, Madrid ve Fahd’ın planı, tüm bu toplantılar İsraillileri işgal altındaki 67 bölgeyi terk etmeye ve bu birkaç milyon Filistinlinin yaşayabileceği bir yer düşünmeye ikna etmekti. Bütün bunlar İsrailliler tarafından bir kağıt parçası gibi çöpe atıldı ve sonunda bu uzlaşmanın bayraktarı olan, hatta bazı Filistinli İslamcıların nefret ettiği biri (Arafat), Paris’te daha beşiğinde zehirlendi. Özgürlüğe ve otopsiye bugüne kadar izin veriliyor. Cenazesini de vermediler. Bu ilerlemelerle, bu şiddet içeren eylemlerle, tüm bu şiddet ve zorbalıkla birlikte Filistinliler yaşayabilmek için ne yapmalıydı? Ya yerlerinden edilip tekrar geri dönmek ya da orada kalıp kademeli bir ölümle yüzleşmek için iki seçenekleri vardı. Babalarının ve atalarının yerinden edilmesiyle ilgili çok acı hikayeler duydukları için yerinden edilmeyi kabul etmediler.

Mescid-i Aksa fırtınasında Filistin davasının yeniden canlanmasına tanık olduğumuz söylenebilir mi? Belki Mescid-i Aksa fırtınası operasyonundan önce Filistin’de böyle bir fırtına yaratan bir şey görmemiştik. Genel olarak Mescid-i Aksa fırtınasının Filistin davasına yönelik hareketi hayata geçireceğini düşünüyor musunuz?

Khamemayar: Sanırım destanlar bölgesel başarıları ve operasyonlarının dünya çapındaki büyük başarılarını ve çöküşünü bilselerdi Hazreti Ağa’ya göre onarılamaz olan rejim, bu kapsamda fırtına sözcüğü yerine mutlaka tsunami sözcüğünü kullanmış; Bu bir tsunamidir, Batı’nın siyaset felsefesine meydan okudular. Batı dünyası kamuoyundaki bu ayaklanmanın ve bu rönesansın eşi benzeri yok, bu öğrenci devriminin batı ülkelerinde eşi benzeri yok. Bunlar dünyanın gelecekteki gelişmelerinin temelleridir. Bunlar, zenginlik ve güç üzerine kurulmuş medya imparatorluklarının çöküşüne meydan okuyan büyük başarılardır. Bu bakımdan Mescid-i Aksa fırtınası operasyonunun başlangıcına kıyasla bazı Batılı hükümetlerde gördüğümüz bariz gerileme Batı’daki halk ayaklanmaları ve protesto yürüyüşlerinden kaynaklanmaktadır. Bugün Filistin meselesi dinin, dinin, coğrafyanın ve etnik kökenin ötesindedir.

Hepimizin bildiği gibi rejimin işgal altındaki topraklara vatandaş çekme konusundaki en temel stratejilerinden biri İsrail’in bir İsrail olduğunu söylemekti. refah ve güvenlik ülkesi. Mescid-i Aksa fırtınası bu alanı etki altına aldı ve bu da rejimin güvenlik doktrinini yerle bir eden önemli kazanımlardan biriydi ve bu alan bu kadar kolay onarılamaz. Sizce Siyonist rejimin siyasi ve sosyal alanında telafi edilemezlik alanında hangi örnekler tanımlanabilir?

KhameYar: Söylemek istediğim bir nokta var: Şu anda gördüğünüz karşıtlıklara rağmen görünen ve sonunda bir ölçüde popüler hale gelen bu tutarlılığın varoluşsal tehlike duygusundan kaynaklandığını söylemek istiyorum. Ateşkes sağlanır sağlanmaz ilk araştırma komiteleri oluşturulacak ve birbirleriyle savaşacaklar. Belki birileri Rabin’in akıbetini öğrenecek ve suikasta uğrayacak, işte tam da bu yüzden Netanyahu bu savaşın devam etmesini istiyor çünkü ateşkesin ertesi günü tuzağa düşecek.

Geçmişle karşılaştırıldığında artık bir tür göreli uyum görsek de, iç meselelerde gerçekten de kırılganlık var. Şunu vurgulamak istiyorum, eğer Mescid-i Aksa fırtınasının büyüklüğünü tahlil etmek, anlatmak, tahlil etmek istiyorsak kendimizi çok fazla yormamalıyız. İsrail ve Siyonist yetkililerin açıklamalarının manşetlerini getirip tercüme edelim, Netanyahu ikinci gün hemen ikinci bağımsızlık savaşıyla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. İkinci bağımsızlık savaşı o kadar yoğun ve olağanüstüydü ki, bizi ilk bağımsızlığımız olan 1948 yılına geri götürdü. Bu çok büyük bir kelime. 8 Ekim’de önde gelen siber analistlerden birinin Mohammad Zaif’in 50 yıldır bu operasyona dahil olduğunu, önümüzdeki 50 yıl boyunca da bu operasyona dahil olduğumuzu söylediğini aktararak bir tweet atmıştım. Artık psikolojik etkilerinden bahsediyordu. Toplumsal sorunların etkileri de bundan kaynaklanıyor ve İsrailliler de bunu kabul ediyor. Kendimizi yormamıza ve bu çeviriyi kendimizin, analistlerinin ve onlara destek veren yabancıların sürekli analiz etmesine gerek yok, bu önemli bir nokta bence.

İkinci nokta, konuşmanızın başında bu soykırımın, bu cinayetin sonunda insanları korkuttuğunu belirtmişsiniz. İnsanlar bu tür eylemleri yapmak için ne kadar katı yürekli, ne kadar suçlu olmalı? Bana göre, İslami inanç merceğinden, ideoloji merceğinden bakarsak, bu, İmam’ın Aşure hakkındaki yorumu olan, kanın kılıca karşı kazandığı zaferin tezahürüdür ve İslam Devrimi’nin gerçekte yaptığı da budur. öyleydi. Küresel düzeydeki bu evrensel ayaklanmaya işte bu kana, bu cinayetlere, bu suçlara tanık oluyoruz. Aslında eserlerini görüyoruz ve bunlar bir araya toplandığında Batılıların, sıradan vatandaşların bu rejime ve medyalarına yönelik bu suçlara ilişkin yaptığı açıklamalar ve açıklamalar birer derstir. Bir İngiliz kadının vatandaşı çocuğunu dövüyordu, sonra ona “Neden azarlıyorsun?” dediler. Şimdi yalan söyledi, şimdi azarlamazsam BBC spikeri gibi olacak dedi. Yani bunlar tesadüfi ifadelerin eserleridir ve anlamlarla doludur. Artık bu ölenlerin geri dönüşleri ve bu açıklamalar ve kamuoyunda ve batı gençliğinde Filistin halkına olan bu inançla ilgili olan eserlerin aynısı, her suçtan sonra düzenli olarak okunan şu ayet, “Hasbi Allah” Ve Naam al-Wakil” birçok kişinin üniversite tezi yazdığı bu ayettir. Bu ayetin bu insanların, yani enkaz altında kalanların okuması demektir. Sonuçta bunlar bu cinayetlerin sonucudur, bence başarının ta kendisidir. İsrailliler her olayı o olayın başlangıcı olarak kabul ederdi. Amerikalılar, özellikle ABD Dışişleri Bakanı, Fırtına Operasyonu’nu basın röportajında ​​defalarca buraların kendi evleri olduğunu, sessizce oturduklarını, Filistinlilerin 7 Ekim’de saldırarak bu katliamı ve bu suçu işlediğini söyledi. İsrailliler bu olayın çıkış tarihini 7 Ekim olarak alıyor ve bu durum onların anlatılarında ve yalanlarında çok yaygın.

Operasyonun hemen ardından rejim, kendisini yerleştirmek için literatür oluşturmaya başladı. ezilen konum. Buradan yola çıkarak bunun Hamas geldiğinde gerçekleştiğini ima ettiler. Konuşmanızda Mescid-i Aksa operasyonu öncesinde tam bir medya boykotunun yaşandığını ifade etmiştiniz. Medya imparatorluğu da rejimin elindeydi. İstediği edebiyatı sunup tanımladı ve dinleyicilerine ilham verdi. Peki sizce bu alan işletildikten sonra tamir edilebilir mi?

Khameyar: hiçbir şekilde onarılamaz. Bahsettiğim bu örnek bundan dolayı İngiliz vatandaşıydı. Bu nedenle mazlum durumlarını vurgulamak için bu yalan ve yalan rivayeti arıyorlardı. Bundan yola çıkarak farklı ülkelerden dağınık bir şekilde toplanmış ve yaşamak isteyen bir halk olduklarını anlattılar. Bu nedenle her türlü anti-Siyonist hareketi anti-Semitizm olarak değerlendirdiler. Bugün etkisini yitirmiş olan Batılı sponsorların yürüttüğü tüm propaganda, bunların Yahudi karşıtı eylemler olduğunu söylemekten ibarettir. Filistin yanlısı özgürlük yürüyüşçüleri ve aktivistleri için düşündükleri ceza, yani hapishane ve gözaltı merkezi de Yahudi aleyhtarı yasaya dayanılarak uygulanıyor. Bizim Yahudi karşıtı olmadığımızı, Siyonist karşıtı olduğumuzu söylüyorlar, dolayısıyla bunun düzeltilebileceğini hiç düşünmüyorum. Batı medya imparatorluğu çöktü.

Hizbullah’ın dünkü cevabında neler oldu? Ben bu İsrail propaganda makinesini sabahtan akşama kadar tamamen takip ediyordum. başı dönmek. Pek çok farklı ve çelişkili yalan anlatımı Siyonist rejim için bir skandaldı. Sonraki nokta ise İsrail’in sınırlarında tek bir kurşunun bile cevapsız kalmasına izin veremeyeceğidir. Caydırıcılık kurallarında İsraillilerin her zaman saldırı ya da kınama caydırıcılığı kuralı vardı ve bu caydırıcılık kuralı geçerliydi ama şimdi, özellikle Hizbullah’ın son operasyonlarında ellerini kaldırdılar ve bizce artık bitti dediler. ve bu büyük ve onarılamaz bir başarısızlığın işaretidir. Buna dayanarak müttefik olan bu güç ve bu çevredeki rejimler bizi askeri ve güvenlik anlaşmalarına, koruyucu bir şemsiye ve askeri üs olarak dahil etmiş, nasıl bu şekilde devam edebilir ve biz hala gücün kıymetini biliyoruz diyebilir. Bir gruba, bir partiye ve tamamen küçük ve gerilla askeri bir örgüte karşı ayakta kalamayanlar. 1947’de sahaya giren ve 1967 savaşı başta olmak üzere tüm krizlerde kilit rol oynayan iyi eğitimli bir Lashkar olan Lashkar-e-Golani Lashkar, 11 veya 12 ay sonra Gazze’den çıkarıldı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan literatüre göre aslında savaş bölgesini terk eden bir ordu, bu ordu savaş alanını ve savaş alanını terk ediyor. yüzde 40’ının gücünü kaybettiği duygusu. Bu ordu, bu güçle, silahla, teknolojiyle, komutayla sahneden ayrıldı. Şimdi rejim çevre ülkelerimizle, en azından bizim çevremizde, anlaşmalarını nasıl eski haline getirebilir?

Sanırım direniş literatürüne giren bu kelime İlk defa ne Hizbullah ne de Filistin direnişinin ana çekirdeği bunu düşünmedi, bu “sahaların birliği”dir, ya da tarlaların birliğidir. Bana göre bu da çok büyük bir başarıdır ve bu işler gerçekten de yalanların kontrolü altındaydı yıllardır. Mesela Pentagon Bağdat’ı devirmeden önce CNN Bağdat’ı devirmişti. Irak Enformasyon Bakanı basına röportaj veriyordu ama bu CNN’in heykeli gösterdiği sıradaydı. Aslında ilk adımda Bağdat’ı deviren Pentagon değil CNN’di. Artık bu medyanın Mescid-i Aksa fırtınasında da aynı rolü oynaması gerekiyordu ki, neyse ki direniş bunu tamamen etkisiz hale getirecek şekilde hareket etti. Filistin direnişinin tutuklulardan aldığı röportajlar vurulmadan önceydi çünkü düşmanın yalan propagandasını etkisiz hale getirmek istiyorlardı. Buna göre medyanın rolü ve kameranın rolü bu şekilde oynandı. Dolayısıyla genel olarak darbe o kadar ağırdı ve öyle bir çalışmaydı ki, İsrailli analistlere göre önümüzdeki 50 yıl içinde bu rejim ayakta kalırsa ki bu imkansızdır, sahaya müdahil olacak ve çevre ülkeler

İsrailliler bu bölgeye girdiler ve iki nedenden dolayı bu bölgeye göç ettiler. Biri refah meselesiydi, diğeri ise bu makroekonomik konuların dünya çapında başlatılması ve devam ettirilmesi meselesiydi.  Ancak İsrailliler için daha değerli olan, şu anda tehlikede ve ekonomi de tehlikede.  

Mescid-i Aksa Fırtınası Önemli olan, Filistin meselesini dünyanın birinci meselesi haline getirmesiydi. Son bir soru olarak, bu durumun disiplinler arası anlaşmaları ve Siyonist rejimin dış tasarımlarını, özellikle de normalleşme konusunu nasıl etkilediği

” Style =” Text-align: Justify “> kremsi: Kriz durumunda, hükümetler ulusların ilişkilerini bir durumdan bir araya getirmeye çalışırlar Geçmişin kritik ilişkileri bir tür normalleşmeye dönüşüyor. İsrail tartışmasında İsrail’in tutarlı olabilmesi, kalabilmesi ve sorun yaşamaması için normalleşme konusunu gündeme getirdi. Normalleşme, bu iki ulusun, yani işgalcilerin ve Arap uluslarının ilişkilerini geliştirmesi, gelişmesi ve birlikte yaşayabilmesi anlamına geliyor. Arap devletlerinin başından beri İsrail ve Yahudiliğe karşı bir nefreti vardı, bunun üzerine rejim gelip bir teşvik paketi oluşturdu; mesela Mısır’la ilişkimiz normale dönerse turizmi, turizmi geliştiririz dedi. Sina topraklarında ortak projeler yürütüyoruz ve yatırım yaparak Mısır toplumunun durumunun büyük ölçüde iyileşmesini sağlıyoruz. Mısırlılar ve Ürdünlüler halk için medya kuruluşlarını kurdular, halk direndi ama yavaş yavaş gördü ki içi boş olan tek hediye teşvikler. Temel olarak Siyonistlerin doğası ile Yahudilerin doğası, menfaat, çıkar ve zenginliktir. Artık turistler BAE’ye gittiği için otellerin çarşaflarını da yanlarında götürüyorlar. Siyonist gazeteler Sayın Netanyahu’nun Amerika’ya gittiğinde kirli elbiselerini giydireceğini yazıyordu. Çünkü o misafirdir ve onları ücretsiz yıkayabilir. Aslında maddi menfaat konusunda fanatiktirler. Dolayısıyla ne Ürdünlüler ne de Mısırlılar normalleşmeyi başaramadı ve ateşkese ve rejimin vaatlerine rağmen Mısır toplumunun durumu ekonomik olarak Arap devletlerindeki en kötü durum. Arap ülkelerindeki insanlar bunu her zaman anladılar. Dolayısıyla normalleşme ortaya çıkmıyor. Bu köklü ve popüler olduğu anlamına gelir. Artık normalleştirilirse Arap rejimleri ve hükümetleri düzeyindedir. Örneğin BAE ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik rejim, halk arasında değil, iki hükümet arasında yapılan bir ticaret anlaşmasıdır. Bu normalleştirmenin bir stres durumu bulması ve yapılmayan mevcut nefreti ortadan kaldırması gerekir.

Mescid-i Aksa Fırtınasının Siyonist Partiler açısından sonuçları nelerdi?

ile düşünüyorum Tarihte artık Filistinlilerin, Müslümanların ve Arapların hakkı olan bu suçlar gelecek nesiller için kayıt altına alınacak ve dolayısıyla makro-normal projeleri devam ettirmem pek mümkün görünmüyor. Şimdi BAE’deki iki rejim gibi iki şirket arasında olabileceğini ama kültürel normalleşme ve popüler normalleşme anlamında normalleşmenin hiç yapılmadığını söyledim.

İletinin sonu/

 

kaynak Tasnim Haber Ajansı

Başa dön tuşu